7 Haziran 2016 Salı

Ağla Çocuğum Ağla

En güçlü erkek ağlamasını bilen erkektir. Gözyaşlarının zayıflıkmış gibi gösterilmesini hazmedemeyecek kadar da delikanlıdır.
Güçlü olması gerektiğini bildiği anlarda damarına basmayacaksın onların. Onlar hiç ama hiç korkmazlar güçsüz oldukları zamanlarda. Yeniden şahlanmak için gözyaşları bırakırlar sadece. Sulu göz de değillerdir yanlış anlaşılmasın. Ne zaman ağlamaları gerektiğini de bilirler sadece.
İşin toplumsal boyutuna baktığımızda küçüklükten itibaren erkek çocuklarına “erkek adam ağlamaz” diyerek onları sertleştirdiğimizi, duygularını körelttiğimizin farkına bile varmıyoruz. Evet, erkek yaradılıştan itibaren kadınlara nazaran daha güçlü bir görüntü çizmiştir ama erkeklere diretilen güçlü imajı onların duygu karmaşası yaşamalarına da neden olur.
Bırakın artık insanları cinsiyetine, ırkına, dinine göre yargılamayı. Bir birey olarak görün herkesi. İnsanız hepimiz insan. Güleceğiz, ağlayacağız, şaşıracağız, hüzünleneceğiz, bazen biraz daha dertlenip belki bir sigara bile yakacağız.
Toplumda bize diretilen çizgilerin dışını zorlayın biraz. Önce insan olduğumuzun farkına varalım. Zamana hüküm edemediğimiz şu dünyada esas meseleyi unutmayalım. Bırakın da birazcık ağlayalım.


20 Mayıs 2016 Cuma

Duygularımızın Esiri Oluyoruz

Sıradanlaşıyoruz arkadaş sıradanlaşıyoruz. Bize bahşedilen en nadide şeyi fikirlerimizi sığlaştırıyoruz. Uyuyoruz, uyanıyoruz, okulumuza, işimize gidiyoruz, yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz ve tekrar uyuyoruz.
Aslında bahsedeceklerim bunlara yakın ama tam da bunlar değildi. Evet, sıradanlaşıyoruz, sığlaşıyoruz derken hayatımızda karşılaştığımız olaylara karşı verdiğimiz refleksler de kritik sapmalar yaşamaya başlıyoruz. Üzülmemiz gereken şeylere üzülemiyoruz ya da sevinmemiz gereken şeyler bize normalmiş gibi geliyor. Tabii bunların aksini de düşünebiliriz. Kendimizi o kadar bastırıyoruz ki sıradan karşılanabilecek bir olaya dağlar kadar tepkiler veriyoruz. Ne olduk biz yahu, defolu bir robota döndük iyice.
Tıp ya da psikoloji dallarında vardır bunlara da koyulmuş isimler. Bunlara çok girmek istemiyorum. Yedi Güzel Adam diye bir dizi vardı, orada Cahit Zarifoğlu’ndan bir kesit düşürdü aklıma şu meseleyi. İnsan bastırdığı duyguların esiri olur diyordu. Acını yaşa, öfkeni yaşa ama kendini bastırma sözü hala kulaklarımda.
Bir şeylere kırılıyoruz ama sesimizi çıkarmıyoruz, tuz buz olana kadar da çıt çıkarmıyoruz. Sonra en ufak bir şeyde karartıyoruz gözümüzü. Olmayacak tepkiler veriyoruz karşımızdakine. O kadar derinden yaralıyoruz ki kapanmayacak yaralar açıyoruz karşımızdakine.

Her şeyi zamanında yaşayalım. Sevincimizi, hüznümüzü, öfkemizi... Çünkü zaman aksini kabul etmiyor. Hakimi olamayacağınız şeylerin esiri de olmayın.

3 Mayıs 2016 Salı

Neden Çöl Tilkisi?

Fobimiz olan hayvanlar dışında genel olarak her hayvanı severiz. Kimini evimizde besleriz, kimini bahçemizde besleriz. Bir çoğunu ise hayvanat bahçelerine giderek görürüz. Peki neden çöl tilkisi?
Aslını söylemek gerekirse çöl tilkisi benim şiirlerimde kullandığım bir hayvancağız. Çöl tilkisi, adından da anlaşılacağı üzere çöl yaşamına uyum sağlamış, Kuzey Afrika ve Arap yarımadası dediğimiz bölgede yaşayan bir canlıdır.
Şiirde ise çöl tilkisini "serabına aşık bir avare" olarak tasvir ediyorum. Çölün öldürücü sıcağı nedeniyle gecelerini dolu dolu yaşayan çöl tilkisini Ay ve yıldızlar ile dertleşen avare bir gönüle benzettim. Hayal kırıklıkları, kavuşamama üzerine kurulan şiirlerde gece, yıldızlar, ay, yakamoz sürekli kullanılır. 
Gündüzleri sevdiği ile el ele tutuşup aşkını yaşamak isteyen şair gönüllü çocuk uzun zamandır zihnime çöl sıcağında serabını arayan bir çöl tilkisini getiriyor. Hem aşık olan biri de benzer duygular yaşamaz mı? O da çölün ortasında serap görür aslında.
Metaforumun kaynak noktası buydu. Umarım bütün çöl tilkileri serap görmekten vazgeçip gerçek aşklarına kavuşurlar.
Bir Kızılderili atasözü ile bitirmek niyetindeydim ama bulamadım. Belki başka sefere...

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Ne Kadar Sanalız?

90'lı yıllarda doğanlar için teknolojiye ayak uydurmak pek zor olmadı. Ama benim de dahil olduğum bu kuşak sokakta maç da yaptı, saklambaç da oynadı, kavga da etti, kardeşlik de etti.
Hep de hatırlarız o günleri, dönmek isteriz o günlere. Fakat bu özlemimizi yine sanal medyadan dillendiririz. Ne kadar samimi olduğumuzu irdelemek istemiyorum. Bahsettiğim konu ne kadar sanal olduğumuz. Mesela artık el ele tutuşmak yerine sosyal medyadan karşılaştığımız kişilerle ilişki yaşamaya başladık. Nerde o eski görücü usulü evlilikler dediğinizi duyar gibiyim.
Biraz da ayak uydurmak lazım canım yeniliklere. Evet, gerçekten de ayak uydurmak lazım. Fakat fazla kaptırmıyor muyuz kendimizi? 
"Facebook'a fotoğraf attım, beni beğenmedin ama onu beğendin?" 
"Like like like."
"Kanka swarmda check-in yapan kız şu mu ya?"
"Göndersene arkadaşlık isteği."
"Twitter'da benimle niye etkileşime kimse girmiyor?" 
"Mention köpeğin olsun. Takibe takip mi?"
Bilgisayar ile ilk tanıştığımız lise dönemine hiç girmeyeyim. Bilgisayara oyunları yüzünden ailesi ile kavga etmeyen varsa gidelim buralardan. 
Biz aslında şanslı bir nesildik. Sokağı da gördük, sanalı da. Peki ya bizden sonra doğanlar. Vallahi boynuz kulağı geçti bile. Ya yeni doğanlar? İki yaşını doldurmadan susturmak için tutuşturuyoruz bebeklerin eline telefonlarımızı. Peki bu ne kadar doğru?
Sokakların güvenli olmadığından yakınan aile gözünden sakındığı çocuğunu daha tehlikeli bir mecraya terk ediyor.
Bu derdimizi bile sosyal medyadan anlatıyoruz. "İşte o kadar sanalız."

1 Mayıs 2016 Pazar

Şiir Seven Adam Kötü mü Olurmuş?

İyi ya da kötü hayatlar yaşıyoruz. Çok mutlu olduğumuz zamanlarımız da oluyor, bir daha yaşanmasını istemediğimiz hayal kırıklıklarımız da. Yalnızlık Allah'a mahsus derler ya, biz de yaşadıklarımızı anlatıyoruz yakın bulduklarımıza. Peki söyleyemediklerimizi?
Söyleyemediklerimizi, içimize attıklarımızı ise bazen yazıyoruz. Bazen bir dörtlük, bazen de düz yazı halinde.
Şimdi gelelim esas meseleye. Mesele derken Cem Karaca'nın dediği gibi tütün meselesi değil. Yazmak, şiir yazmak. Sevdiğiniz birine bir şeyler karalamak. Ona söyleyemediklerinizi kağıtlara anlatmak.
İsmini bilmediği şair yoktur bu bireyin. İyi kötü ezbere bildiği şiirleri de vardır heybesinde. Onlarla doyar bir süre. Aslında bağını da koparamaz o şairlerle de, yazmaya cüret eder. Sevgisini, aşkını, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, sitemini, nefretini döker.
Kelimeleredir artık aşkı. Virgülü boldur, bitirmek istemez sözünü. Yarım kalmış onca şiiri vardır. Ne yapıyorsa kendine yapıyordur. Nefretini kendisine döker. taşkınlık yapmaz. İçinde yaşar her şeyi. Sitemini döker bir süre, uzunca bir süre. Sonra yeniden de aşık olabilir ya da geçmişte yaptığı pişmanlıklarının olmadığı hayaller kurabilir. Bazen gecenin bir yarısı uykuya dalmadan aklına gelen iki kelimeyi not eder, bazen de yalnız başına yıldızları izlerken yüreğine düşenleri. Kötülük barındırmaz içinde şiir seven adam. Birazcık güveni kırılmıştır ve kendisini baştan yaratacak kadını beklemektedir. Elinden Cemal Süreya'yı, Edip Cansever'i, Can Yücel'i, Özdemir Asaf'ı düşürmez şiiri seven adam. Sevilmek ister biraz olsun. Şiiri seven adam herkesi sever herkesi. Kötülüğü yoktur ki dokunsun başkasına.
Baştan beri diyorum ya: "Şiir seven adam kötü mü olurmuş?"