Söyleyemediklerimizi, içimize attıklarımızı ise bazen yazıyoruz. Bazen bir dörtlük, bazen de düz yazı halinde.
Şimdi gelelim esas meseleye. Mesele derken Cem Karaca'nın dediği gibi tütün meselesi değil. Yazmak, şiir yazmak. Sevdiğiniz birine bir şeyler karalamak. Ona söyleyemediklerinizi kağıtlara anlatmak.
İsmini bilmediği şair yoktur bu bireyin. İyi kötü ezbere bildiği şiirleri de vardır heybesinde. Onlarla doyar bir süre. Aslında bağını da koparamaz o şairlerle de, yazmaya cüret eder. Sevgisini, aşkını, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, sitemini, nefretini döker.
Kelimeleredir artık aşkı. Virgülü boldur, bitirmek istemez sözünü. Yarım kalmış onca şiiri vardır. Ne yapıyorsa kendine yapıyordur. Nefretini kendisine döker. taşkınlık yapmaz. İçinde yaşar her şeyi. Sitemini döker bir süre, uzunca bir süre. Sonra yeniden de aşık olabilir ya da geçmişte yaptığı pişmanlıklarının olmadığı hayaller kurabilir. Bazen gecenin bir yarısı uykuya dalmadan aklına gelen iki kelimeyi not eder, bazen de yalnız başına yıldızları izlerken yüreğine düşenleri. Kötülük barındırmaz içinde şiir seven adam. Birazcık güveni kırılmıştır ve kendisini baştan yaratacak kadını beklemektedir. Elinden Cemal Süreya'yı, Edip Cansever'i, Can Yücel'i, Özdemir Asaf'ı düşürmez şiiri seven adam. Sevilmek ister biraz olsun. Şiiri seven adam herkesi sever herkesi. Kötülüğü yoktur ki dokunsun başkasına.Baştan beri diyorum ya: "Şiir seven adam kötü mü olurmuş?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder