Sıradanlaşıyoruz arkadaş sıradanlaşıyoruz. Bize bahşedilen
en nadide şeyi fikirlerimizi sığlaştırıyoruz. Uyuyoruz, uyanıyoruz, okulumuza,
işimize gidiyoruz, yemek yiyoruz, sohbet ediyoruz ve tekrar uyuyoruz.
Aslında bahsedeceklerim bunlara yakın ama tam da bunlar
değildi. Evet, sıradanlaşıyoruz, sığlaşıyoruz derken hayatımızda
karşılaştığımız olaylara karşı verdiğimiz refleksler de kritik sapmalar
yaşamaya başlıyoruz. Üzülmemiz gereken şeylere üzülemiyoruz ya da sevinmemiz
gereken şeyler bize normalmiş gibi geliyor. Tabii bunların aksini de
düşünebiliriz. Kendimizi o kadar bastırıyoruz ki sıradan karşılanabilecek bir
olaya dağlar kadar tepkiler veriyoruz. Ne olduk biz yahu, defolu bir robota
döndük iyice.
Tıp ya da psikoloji dallarında vardır bunlara da koyulmuş
isimler. Bunlara çok girmek istemiyorum. Yedi Güzel Adam diye bir dizi vardı,
orada Cahit Zarifoğlu’ndan bir kesit düşürdü aklıma şu meseleyi. İnsan bastırdığı
duyguların esiri olur diyordu. Acını yaşa, öfkeni yaşa ama kendini bastırma
sözü hala kulaklarımda.
Bir şeylere kırılıyoruz ama sesimizi çıkarmıyoruz, tuz buz
olana kadar da çıt çıkarmıyoruz. Sonra en ufak bir şeyde karartıyoruz gözümüzü.
Olmayacak tepkiler veriyoruz karşımızdakine. O kadar derinden yaralıyoruz ki
kapanmayacak yaralar açıyoruz karşımızdakine.
Her şeyi zamanında yaşayalım. Sevincimizi, hüznümüzü,
öfkemizi... Çünkü zaman aksini kabul etmiyor. Hakimi olamayacağınız şeylerin
esiri de olmayın.